Toplumumuz için şiir kuvvetli bir sesin terennümüdür. Bunun içindir ki şiirimiz bu zamana değin değişime gebeydi. Şiir başlı başına durağanlığı sevmezken toplumun onu şekillendirmesi kaçınılmazdı. Sözgelimi 12.yy. ile 13.yy. şiirimizdeki ifade kalıpları ve mazmunlar arasında bile bütün olmasa da değişiklik olmuştur.
Evet bizde şair yalnızca saray şairi değildi. Şiir sarayın şiiri sayılmazdı. Ama Osmanlı’nın 36 padişahının 33’ünün şair olması ve 10 tanesinin de divan sahibi olması gözden uzak tutulmamalı. Zira şiirin kudreti hükümdara varasıya dek kuşatmıştı toplumu. Bu, şiirin zorbalığı değil insanın esaretiydi. Yani ki ne onsuz olabildi ne ona rağmen. İlla ki onunla beraber oldu ne olduysa. “Bu kubbede baki kalan bir hoş sada imiş” diyen Baki ; “Yürü serv-i revanım gidelim sadabada” diyen Nedim konuştularsa böyle konuşmuşlardı.
Az önce şiirin saray şiiri olmadığını ifade etmiştik. Bu itibarla Divan Edebiyatı’na ‘yüksek zümre edebiyatı’ yakıştırmasını da son derece yanlış görüyorum. Kanımca doğru cümle şöyle olmalıydı : saray da şiir duraklarından biriydi. Nitekim henüz Fuzuli hayattayken O’nun şiirlerinin Osmanlı coğrafyasının köylerindeki insanlar tarafından okunup değerlendirildiği bilinen bir gerçektir. Hal böyleyken nahoş yakıştırmalar şiirimizi kısır gösterme çabasının mahsulü olarak görünüyor bana.
Divan Edebiyatı’nın dünya edebiyatları arasında zirve konumda olduğu literatüren kabul görmüştür. Belki de bunda etkili olan faktörler arasında Divan Edebiyatı’nın barındırdığı zenginliği söyleyebiliriz. Örneğin nesirde uyak veya içuyak diye bilinen seci bunlardandır. Yazılan bir mektubun ahenge bürünerek yazılması sağlandı böylece.
Biraz o devirleri tahayyül edelim. Düşünelim ki şiir meclisleri kuruluyor, şairler taltif ediliyor, köylüsü de şehirlisi de şiir okuyor, mektuplar şiire yakın yazılıyor. Ve daha bir nice özellik… Düşündükçe hayalimiz sarahate kavuşuyor.
Acaba dünya üzerinde çocuk yaşlardan itibaren şiire meftun yetişen insanların bulunduğu kaç tane toplum vardır ? Bu açıdan nadide bir toplumuz. Şiirin muhabbetine mukabele etmek de borcumuz olsa gerek.
Evet, Divan Edebiyatı’nı bir daha yaşamayacağız fakat nazma ve nesre en az o dönemki kadar eğilmemiz şart. Böylelikle yaşananları yinelemiş olmayız ama yeni şeyler yaşamış oluruz. Zati yaşanan ne varsa onu anlatmaya yaramaz mı edebiyat?
İlham Edebiyat Dergisi Editörü
Yusuf Aydın