Sosyal Aksiyon Teorisi ve Din: Max Weber (1864-1920)

Weber’e göre, insanların davranışlarının arka planında dünya tasavvurlarından neşet eden dünya görüşü ve anlamlar vardır. Din de, bir sosyal eylem olarak taşıdığı anlam itibariyle, bireylerin dünyada iyi bir hayat sürme umuduyla ilgilidir.

Eylemleri rasyonel ve rasyonel olmayan eylemler olarak açıklayan Weber, dört farklı kategoride ele alır. Rasyonel olmayan eylemi, geleneksel ve duygusal olarak; rasyonel eylemi de değere ve amaca yönelik olmak üzere ikiye ayırır.

Geleneksel eylem, alışkanlıklar tarafından kontrol edilen eylem türüyken; duygusal eylem, hislerin yön verdiği eylem tipidir.

Rasyonel olan eylemlerden değere yönelik eylem, ahlaki değer ve düşünceler tarafından yönlendirilirken; amaca yönelik eylemler ise hesaplı-akılcı hedeflerin yönlendirdiği eylemdir.

Buna göre dini davranış, ahlaki değer ve düşünceler tarafından yönlendirildiği için rasyonel eylem tipine girer.

Weber’in en önemli tespiti ise, dini inanç ve pratiklerin, ekonomik ve sosyal değişmeye yol açtığıdır. Buna göre Kalvinist öğreti, kapitalizmin doğmasına neden olmuştur.

Sembolik Etkileşimcilik ve Din: George Herbert Mead (1863-1931)

Sembolik etkileşimcilik, psikolojik bir gelenekten doğmuştur ve toplumu bireylerin eylemlere yükledikleri anlamlar üzerinden açıklamaya çalışan mikro-sosyolojik bir teoridir. Bireyler etraflarında gördüklere şeylere anlam yükleyerek davranırlar.

Sembolik etkileşimcilere göre, anlamın kaynağı fenomenin bizzat kendisi değil, bireylerin ona yükledikleri anlamdır. Dolayısıyla toplum, bireyler arasındaki sembolik etkileşimler neticesinde ortaya çıkan anlamlar bütünüdür.

Sembolik etkileşimciliğin en önemli temsilcisi Mead’in ‘özgün benlik tasarımına’ göre, benlik, dışarıdaki geniş topluluğun ya da genelleştirilmiş ötekinin alışkanlıklarının içselleştirilmesidir.

Birey ve toplum arasındaki etkileşimi ve oyun metaforu üzerinden açıklayan Mead’e göre, bireyler kendi rollerini, toplumdaki diğer kişilerin rollerini bilerek ve kabullenerek oynarlar. Bu sayede birey ve toplum arasındaki bağımlılık ve etkileşim bireyi sosyal süreçle bütünleştirir.

Bireyin sadece toplumun diğer üyelerinin değil kendisinin de farkında olduğunu ifade eden Mead’e göre sembolik etkileşim, mimik, jest ve dille gerçekleşir.

Sembolik etkileşimcilere göre din, sosyal konsensüsü sağlayan ve yine sosyal olarak inşa edilmiş realiteler bütünüdür.

Mead, dini ve ekonomik rollerin, evrensel olma ve sosyal ilerleme yolunu açtığını düşünmektedir. Bunun dışında Mead’in benlik (I) ve bana (me) tasarımı, genelleştirilmiş diğer öteki kavramı, din sosyolojisi açısından dini kimliğin oluşmasını açıklamaya yardımcı olabilecek açılımlardır.

Fenomenolojik Din Teorisi: Peter L. Berger (1929-2017) ve Thomas Luckmann (1927-2016)

Berger ve Luckmann, mikro sosyolojik din teorileriyle din sosyolojisi alanına önemli katkıları bulunan iki düşünürdür.

Luckmann ve Berger’in birlikte geliştirdikleri ‘realitenin sosyal inşası’ teorisine göre, insan ‘diğerleriyle’ etkileşime girerek sosyo-kültürel dünyayı meydana getirir. Daha sonra subjektif bilince sahip birey ve sosyo-kültürel dünya diyalektik bir sürece girer ve dışsal dünya subjektif bilincin şekillenmesine yardımcı olur.

Realitenin sosyal inşasında, ilk aşama, insanların çeşitli objeler meydana getirip, objenin bağımsız bir karakter kazanarak varlığını sürdürmesi olarak adlandırılan dışsallaştırmadır.

Bu süreçten sonra toplumun nesnel bir gerçeklik haline gelmesi nesnelleştirme ve insanın kendi ürettiği bu gerçeklikten etkilenmesi ise içselleştirme aşamasıdır.

Berger ve Luckmann’ın din ve toplum hakkındaki görüşleri, hem makro düzeydeki işlevselci teoriden, hem de mikro düzeydeki sembolik etkileşimci teoriden etkilenerek şekillenmiştir.

Buna göre toplum, insanların davranışlarını etkileyen objektif bir realite olmakla birlikte, insanların sembolik etkileşimle ürettikleri bir realitedir.

Berger, Kutsal Kubbe kitabında, dinin rolünün nasıl değiştiğini incelemiştir. Dinin, insanların gündelik hayatlarındaki meşruiyet ihtiyacını giderdiği ve anlam dünyasını inşa etmede yardımcı olduğunu ifade etmiştir.

Berger, modern toplumlarda eskisi gibi inanmanın imkansız olduğunu ifade ederek Avrupa’yı sekülerleşmeden dolayı dindarlaşma eğiliminden muaf tutması birçok din sosyologu tarafından eleştirilmiştir.

Berger’le aynı düşünen Luckmann, modern zamanlarda dinin etkisinin kırıldığını ancak bununla birlikte ‘görünmeyen din’ olarak ifade ettiği bireyselleşmiş bir dindarlığın ortaya çıktığı yeni dini gelişmelerin olacağını iddia etmektedir.

Abdullah YARGI