Irak Türkleri bugün ikiye bölünmüş durumda. Bölünmüşlüğün en önemli iki sebebi var:
- Etnik köken farklılıkları,
- Mezhep farklılıkları.
25 Eylül 2017 referandumundan sonra Irak ordusu Irak’ın kuzeyine müdahale etmişti. Böyle bir devlet kurma girişimi bölgedeki 3 aktör devlet olan (ki ikisi eksen ülkedir, diğeri 2003 işgaliyle beraber kimliksizleştirilmiştir.) Türkiye, İran ve Irak’ın bekasını derinden sarsmak üzereydi. Bunun üzerine Iraklı Türkmenlerin bir kısmı bölgeye İran’ın müdahil olmasını diğer bir kısmı Türkiye’nin müdahil olmasını istedi. Bu bağlamda bölgedeki şii tabanlı Türklerin hissiyatları kendilerini İran’a daha çok yaklaştırmıştı. Yine bu muhitte milliyetçi bir kesim de var ki, onlar adeta Türkiye fanatiğidir. Fakat yine onların da genellikle Şia olması, dolaylı olarak “Peşmerge olacağına İran destekli Haşdi Şabi bari olsun!” düşüncesini benimsemelerine sebep oldu. Bundan dolayı Irak, bölgedeki militan örgütlü yapıların da kısmi desteğiyle kendi topraklarında kendisi operasyon yaparak Kuzey Irak’ın bir bölümünde denetimi sağladı.
Buraya kadar gelindiğinde sorulması gereken sorunun şu olduğu açıktır:
Irak’ın yöneticileri kimlerdir?
Irak’ta Saddam rejimi devrildiğinden beri Şii yöneticiler iktidara geliyor. Bir ara Talabani iktidarı sayesinde, belki siyasi istikrarın sağlanması maksadıyla kısa süreli de olsa ülkedeki hiziplere pay dağıtmak hedeflenmişti. Böylece Kürt aşiretleri de bu paydan nasibini almıştı. Yani bugün, Irak’ın bölgede kontrolü sağlaması demek, Şii hareketi resmi olarak benimsemiş olan İran’ın bölgede kontrolü sağlaması demekti. Irak hükümetinin ağırlıklı Şii siyasilerden oluşmasının tek sebebi bu değildi üstelik.
9 Nisan 2003 Irak işgalinde İran destekli Şii milisler ve peşmerge, ABD askerleriyle beraber Saddam Hüseyin’e operasyon yapmış, el birliğiyle bir tünelde yakalamışlardı. Kendisini idam eden cellatlar Şiiydi, onu yargılayan hâkim ise Kürt’tü. İşgalin planlayıcılarının ilk hedefi Şii-Kürt ortaklaşasıyla, bölgede gitgide tehlike saçan Sünni Arap iktidarını devirmek, ikinci hedef ise o gittikten sonra tabiri caizse bir siyasi ve idari “Köşe Kapmaca” oynamaktı. Irak’ı iç savaşa sürükleyen bu oyunun mahiyeti, 2011’de ABD Irak’tan çekildikten sonra ayyuka çıktı. Şimdi bu meselenin anlaşılabilmesi için Irak’ın “Saddamlı” geçmişine göz atmakta fayda olduğu kanaatindeyim. Yani, Saddam’ın iktidara geldikten sonra ABD ile kendi çapında güttüğü politik dansına…
Saddam Hüseyin Kahire Üniversitesi hukuk mezunudur. CIA ile tanışıklığı ise bu yıllara denk geliyor. O yıllarda ABD’nin amacı Sovyet güdümüne giren Saddam öncesi Irak’ı kendi safına çekmekti. Bilindiği gibi Saddam Baasçıydı. Yani, Arap milliyetçi-sosyalist ekolü. Sosyalist ideolojiye kendini yakın hisseden Saddam, CIA’in desteğiyle darbeyle ülkenin başına geldi. İktidara geldikten sonra başlayan süreç, istenilenin aksine yavaş yavaş ABD aleyhine dönmeye başladı. Saddam iktidara geldiği ilk yıllarda ABD ile gayet iyi geçindi. Diğer taraftan militarist söylemleriyle, emperyal ülkenin sol kanadını teşkil eden Sovyetlere de arada sırada göz kırpıyordu. 1970’li yılların başlarında resmi olmayan iktidarından başlayıp İran savaşına kadar olan etapta (1980-1988) Irak’taki petrolü millileştirdi. Bu piyasaları allak bullak etmişti. Bir anda petrol fiyatları tavan yapmış, Amerika bundan ziyadesiyle rahatsız olmuştu.
O yılların sonunda, yani Saddam Hüseyin’in resmi olarak iktidarı ele aldığı 1979 senesinde, İran’da da bir devrim yaşanıyordu. Kral devrilmiş, humeyni iktidarı ele geçirmişti. Humeyni’nin iktidara gelmesi bölgede en çok Saddam’ı rahatsız etti. Çünkü İran’dan sonra en çok Şii nüfus Irak’taydı. Üstelik Sünnilerden daha çok nüfusları vardı. Bugün de bu durum aynıdır. Humeyni, Şii söylemlerini artırdıkça Irak’ta kazanlar kaynamaya başlıyor, Şii milisler devrimin cüretiyle silahlanmaya çalışıyordu.
İktidara yeni geldiği için İran ordusunun hazırlıksız yakalanacağını düşünen Saddam Hüseyin, İran’a karşı biraz da ABD’nin ve Avrupalı bazı ülkelerin kışkırtmasıyla savaş açtı. Saddam, Şia devrim nüfuzunu Irak’tan tamamen silmek istiyordu. Neticede 1980’de başlayan bu savaş yaklaşık 8 sene sürdü. Bu süreçte ABD hem İran’ı hem de Irak’ı el altından verdiği silahlarla idare etmeye devam etti. Bu desteklere rağmen mühimmat sıkıntısı çeken Saddam, ilk iş olarak ABD’nin kapısını çaldı. ABD bunun üzerine, Saddam’ın ‘milli petrol’ inadından vazgeçmesi karşılığında ve savaş sonrası ABD ile yeniden iyi ilişkiler içinde olması karşılığında yardım edeceğinin sözünü verdi. Saddam çaresiz kabul ederek ilk vaadi uygulayıp petrol konusunda ısrarcı olmadı.
Savaş sonrasında ise Arap birliğini tesis etmek ve Arap dünyasını etrafına toplamak amacıyla çeşitli propagandalara başvurdu. Irak’ın resmi devlet kanalı (I.R.A.Q) buna ön ayak oldu. Savaş sırasındaki vaatlerini göz ardı eden Saddam, ABD ile iyi ilişkiler sağlamak şöyle dursun, İsrail’i bile Filistin meselesini öne sürerek işgal edeceğini kamuoyuna açıklamaya başladı. Saddam hem ekonomiyi düzeltmek hem de Arap dünyasının liderliğini Mısır’dan almak gibi düşünceleri hedef olarak belirledi. Onun bu hayali Kuveyt’i işgal etmesiyle belirginleşmişti. Saddam bu son vurucu hamlesiyle tüm dünyanın dikkatini çekip nefretini kazandı. Üstelik Hz. Ömer’in katili Ebu Lulu’nun anılmasına sebep olan Şii alimleri baskılaması, Barzani’yi Bağdat’a çağırıp dizginlemesi Sünni kimselerce takdir topluyor, bilakis ülkedeki Kürt ve Şiilerce nefret topluyordu.
Bu sürecin sonunda Irak Kuveyt’ten çıkarılmıştı. Bu dönemde dublörlerinden ve çeşitli entrikalarından dolayı bir türlü suikastle öldürülememiş Saddam, son çare olarak ülkesi işgal edilerek asılmış ve nihayetinde günümüze kadar iç savaşlar eşliğinde gelinmişti. İşgalden öncesine bakarsak, Irak’ta Suriye gibi rejime karşı kayda değer bir halk ayaklanması çıkmadı veya çıkarılamadı. Bunun 2 sebebi vardı:
- Halkın sevgisi (hususiyetle Sünnilerin),
- Halkın korkusu (yine Sünni-Şii-Kürt-Arap nezdinde ülke insanının).
Halbuki Irak’ta eli silahlı onlarca grup vardı. 27 yıl boyunca Saddam Hüseyin bu grupları bir şekilde idare etti. O devrildikten sonra bu fırkaların hepsi daha önce de dediğim gibi siyasi bir şekle bürünüp köşe kapmaca oynamaya başladı. 2011’den sonra İran’ın da desteğiyle Irak tamamen Şia güdümlü oldu. Şam’da çıkacak o büyük imamın (Şiilere göre) gelişi bir nebze olsun kolaylaşmıştı. En son Kuzey Irak’a yapılan operasyon da kanaatimce İran’ın bir nevi gövde gösterisiydi.
Şimdilik Irak siyasetindeki bu köşe kapmaca, İran’ın dışarıdan müdahale olmaksızın galibiyetiyle sonuçlandı. Bölgedeki eksen ülkelerden biri olan İran, 2018’de iktidara gelen Şii başbakan Adil Abdulmehdi ile bu siyasi zaferini perçinlemeye devam ediyor. Yine 2018’de ülkede karar alıcı olmaktan uzak devlet başkanlığı makamına da Kürt siyasetçi Berhem Salih oturdu. Bu da köşe kapmaca oyununda yukarıda bahsettiğim pay dağıtmadan nasiplenen Kürt iradesini gösteriyor.
Böylesi bir konjonktürde, Irak’ta azımsanmayacak bir siyasi iradeyi teşkil eden Türkmenlerin hamisi olarak görülen ve diğer “eksen ülke” konumundaki Türkiye’nin, bölgede nasıl bir rol alacağı ise merak konusu. Görünen o ki, Türkiye, şu durumda kanımca doğru olan, “statükocu” veya diğer bir deyimle “hudutlarını koruyucu” bir siyaset izleyerek, bölgede olan bitenin farkına çoktan varmış ve buna bağlı bir stratejiye odaklanmış vaziyette.
Gökhan KARA