Dünyadan büyük eserleri, şahsiyetleri, fetihleri, liderlikleri hatta fikirleriyle gelip geçen öncü kişilerin sonları kimi vakit düşündürücü olmuştur.

-Cem Sultan nasıl öldü?
-Şehzade Cihangir’in hastalığı neydi?
-Fatih Sultan Mehmed zehirlendi mi?
-Hürrem Sultan kulunçtan mı öldü?
-Kanuni Sultan Süleyman’ın naaşı nasıl tahnit edildi?
-Sultan Abdülaziz intihar mı etti, öldürüldü mü?

Sultan Abdülaziz’in hal edilmesinin ardından gerçekleşen enteresan ölümü, Şehzade Cihangir’in sırtındaki kamburla acılar içinde geçirdiği kısa ömür, Fatih Sultan Mehmed’in genç yaşındaki ani vefatı, Hürrem Sultan’ın ıstıraplı rahatsızlığının nedeni, Kanuni Sultan Süleyman’ın kısmen mumyalanan yani tahnit edilen naaşı, Yavuz’un şirpençesi, Şehzade Mehmed’in suçiçeğine yenilmesi ve daha niceleri…

Şimdinin tıp literatüründe oldukça kolay teşhisi konulan ve çaresi bulunan onlarca hastalıktan tarihte erken yaşta yitirdiğimiz birçok mühim şahsiyet sayabiliriz. Bunun yanında tıbbın dışında kalarak değerlendireceğimiz bir başka sebep ise, katledilmeyle sonuçlanan özellikle Orta çağ Avrupa’sının yok edici sinsi gücü olan “zehirdir“. Yine Osmanlı üzerine kurulan bir kumpasla örneklendirecek olursak, yıllarca Avrupalıların elinde tutsak edilen Cem Sultan’ın da sonunun bu şekilde olduğunu bilmekteyiz. Edindiğimiz bilgiler dahilinde, değişen dengeler ışığında Cem Sultan’ı ellerinde tutmanın gereği kalmadığına karar veren Avrupalıların Sultan’ı zehirli usturayla tıraş ettirip öldürdüğünü bilmekteyiz.

Osmanlı Sarayı’nda, zehirlenme riskini gidermek amacıyla Çin’den getirilen renk değiştiren kapların kullanılmasının yanı sıra ‘çeşnicibaşı’ olarak adlandırılan makbah/mutfak çalışanları hünkarın sofrasına gidecek yemekleri tadarak yiyeceklerden zehirlenme olasılığını ortadan kaldırmıştır.

Kaynaklarda Sultan Fatih’in gut hastalığına (eklem iltihabı) tutulduğunu ve gitgide artan bu rahatsızlığının sonucunda öldüğü bilinmektedir.

Fatih Sultan Mehmed’in vefatını incelediğimizde ise elli bir yaşında aniden ölmüş olmasını zehirlenme ihmaline bağlayanlar olmuştur. Nitekim kaynaklarda açıkça beyan edilen bilgiler bizlere Sultan Fatih’in gut hastalığına (eklem iltihabı) tutulduğunu ve gitgide artan bu rahatsızlığının sonucunda çıktığı sefer yolunda ağırlaşarak öldüğünü göstermektedir. Hatta cenazesi ordudan saklanarak tahnitlenmiş, on bir gün sonra İstanbul’da defnedilmiştir.

Kanuni’nin göz bebeği, talihsiz şehzade Cihangir.
Kemiklerinin gelişimindeki rahatsızlık sebebiyle sırtında oluşan kambur ve geçmek bilmeyen sırt yaralarıyla ıstırap içinde büyüyen Şehzade, neredeyse yatağa bağımlı olarak geçen çocukluğunu, çok sevdiği hayvanları sıklıkla görebilsin diye sarayın arka bahçesine kurulan Gülhane’de az da olsa renklendirmiştir. Ağabeyleri gibi kılıç kuşanıp sancağa çıkmaktan ziyade, ağrılar içinde büyümüştür. Öyle ki gelişmeyen kemikleri ve olağan dışı omurilik yapısı nedeniyle iç organları baskı altında kalarak nefes darlığı, kalp sıkışması gibi etkiler göstererek iç organlarının gelişmesine de engel olmuştur. Yirmili yaşlarına geldiğinde Kanuni’nin İran seferine katılmak istemiş, babasıyla çıktığı seferin ikincisinde henüz yirmi üç yaşında iken vefat etmiştir.

Bedenine çeşitli baharatlardan yapılan karışım ve reçine uygulanarak tahnit gerçekleştirilmiştir.

Cihangir’in ölümünün ardından büyük bir üzüntüye gark olan Hürrem Sultan, kısa zaman sonra şiddetli ağrıları olan bir hastalığa yakalanmıştır.Kulunç benzeri ağrıları çokça çektiğini bilsek de araştırmacılar ağrıları tetikleyen bir başka hastalığın olması gerektiğini düşünerek incelediklerinde akciğer zarı kanseri teşhisini koymuşlardır. Birçok rahatsızlığın en büyük tetikleyicisi olan üzüntünün kuşkusuz öncelik olarak akciğerlerde yer edinen bir hastalıkla nüksettiğini de göz önünde bulundurduğumuzda Cihangir’i kaybetmesinin ardından beş yıl geçtiğinde Hürrem Sultan’da kansere yenilmiştir.

Tahta yakıştırdığı oğlu Mehmed’in, yakalandığı çiçek hastalığına yenik düşerek ansızın gencecik yaşında ölmesi, gözü yaşlı Şehzade Cihangir’in birlikte çıktıkları seferde yanı başında can vermesi, bir diğer oğlu Mustafa’nın hainliğiyle yüzleşip katline hüküm vermek zorunda kalması ve yıllarca yolunu bekleyen evlatlarının annesi olan biricik Sultanı Hürrem’in de gidişiyle acılar içinde kalan Büyük Süleyman, ömrünü geçirdiği seferlerden birinde, bilindiği üzere Zigetvar Seferi’nde tamamlamıştır. İlerleyen yaşının tesiriyle yüksek tansiyonunun olduğunu bildiğimiz Kanuni’nin, bu rahatsızlığıyla birlikte üst üste yaşadığı kayıpların ölüm nedeni olabileceğini söyleyebiliriz. Usul gereği ordudan saklanan ölüm, çıkılan seferin uzaklığı nispetiyle bir takım önlemleri de almanın yolunu açmıştır. Cenazenin İstanbul’a varıncaya değin bozulmaması mümkün olmayacağı için Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın talimatıyla padişahın iç organları çıkarılarak defnedilmiş, bedenine de çeşitli baharatlardan yapılan karışım ve reçine uygulanarak tahnit gerçekleştirilmiştir.

Sultan Abdülaziz Han’ın katledildiği sırada üzerinde bulunan gömleği.

Şüpheli ve hazin ölüm hikayelerinden en sarsıcıysa kuşkusuz Sultan Abdülaziz Han’ın intihar süsü verilerek cinayete kurban gitmesidir. Devleti Aliyeyi içten yıkmak isteyen önde gelen düşmanlarca Sultan’ın en yakınına yerleştirilen hain ve cani paşalar ile evvela hal edilen Sultan, daha sonra hapsedilmiştir. Akli dengesinin aksadığı üzerine çıkardıkları yalancı fetvayla Sultan’ı tahttan apar topar indirirken, hanedanın hanımlarının üzerindeki ziynetlere kadar ellerini uzatmışlardır. Tahttan indirilişinin hemen ardından kapatıldığı dairede bileklerini keserek intihar ettiği duyurulmuştur. Halbuki annesi Pertevnihal Valide Sultan’nın oğlunun bileklerine sardığı yazması ve olay sonrasında sakladığı padişahın giysilerinde görülen kan lekeleri bilekteki ana damarların hatta hareket kabiliyetini sağlayan tendonların dahi kesildiğini göstermektedir. Bununla birlikte bileğinin birini bu derinlikte kesebilen kişinin diğer bileğini kesebilmesi mümkün olmayacaktır. Nitekim makasla bileklerini keserek intihar süsü verilen bu cinayetin gerçek yüzü daha da acıdır. Sultan’ın cenazesini yıkayan gassalların, padişahın iki dişinin kırık olduğunu, sakallarının bir kısmının yolunmuş ve göğsünde ise morluk bulunduğunu söylemeleri Sultan’ın katledildiğini açığa çıkaran bir başka delil niteliğindedir. Kaynaklardan edindiğimiz diğer bir bilgiyse Sultan’ın bileklerini kesenlerin onu alarak yatırdıkları divanın başında ölene değin beklediklerini, pencereden çıkardıkları bir perdeyi üzerine örterek gelen doktorlara öldüğünü tasdik ettirmek için yüzünü gösterdikleri fakat yaklaştırmadıklarını biliyoruz. Ne acı ki direnen doktorlardan birini Trablus’a sürmüş, diğerine ise intihar ettiğine şahit olacak nispette zorla imza attırmışlardı.

Büyük sorumlulukların bedelini baştakilerin ödediği, gelen zorluğun ilk çarpışmasını önden gidenlerin yaşadığı bir düzende çaresiz hastalıklarla, ruhunu hasta etmiş kimliksiz insanların ihanetiyle, hapsoluş ve acıyla gidiş, kimilerinin kaderi kimilerinin ise dünyadakilere bıraktığı izidir. Koskoca İstanbul’u fetheden bir imparatorun elli bir yaşındaki vedası, üç kıtaya hakim olan Kanuni Sultan Süleyman’ın uzun ömrünce toprağa verdiği sevdiklerinin acısı, Sultan Abdülaziz’in hunharca katledilişi bizlere “insan” olmanın ve varlık kadar sınanmanın da olduğunu izah etmektedir.

Dünyaya yüzlerce eser, torunlarına kahramanca bir tarih ve insanlığa timsal olacak şahsi gerçekler bırakan atalarımızın ruhu şad, makamları âli olsun.

Hediye Tuğba SEZER