Hayat Ağacı dünya kültürlerinin yaygın sembollerinden biridir ve hakkında sayısız efsane geliştirilmiştir. Genel olarak sembolize ettikleri; hayat, canlılık, yenilenme, bereket, ölümsüzlük, dünyada iz bırakma, kök salma, soyu devam ettirme ve tanrıya ulaşma şeklinde özetlenebilir.
Hayat Ağacı’nın bir kült mü yoksa doğal tasvir mi olduğu bazı çevrelerce tartışılır. Tanımlamada oluşan bu problemi, Von der Osten; doğal görünümlü olanları “ağaç“, stilize olanları “kutsal ağaç” olarak ayırır ancak törenlerde yer alan ağaç, biçimi ne olursa olsun kutsal ağaç olarak sembolize edilmelidir şeklinde açıklar.
Hayat Ağacı ile ilgili ilk betimlemelere Mezopotamya’da MÖ 4000 tarihlerinden itibaren rastlanılmaktadır. İlk örnekler iki yanında birbirlerine bakan iki koyun, keçi veya buzağı gibi ögeler ile ya da tanrı figürlerinin yanında düzenlenmiştir. Bazı araştırmacılar, Domuztepe’de bulunan bir seramik kap üzerindeki telli yapraklı ağacın ilk örnek olduğunu iddia eder. Bu figür MÖ 7000 tarihli bir çam ağacı formudur.
MÖ 3000’lere tarihlenen tasvirlerde, Hayat Ağacı tanrıların yanında ya da birbirine dönük tanrıların ortasında simetrik bir kompozisyonun merkezinde yer alır. Yine Urartu kültüründe birbirine bakan iki tanrı figürün ortasındadır. Bu kutsal betimleme stili özellikle Asya’da birbirine bakan iki hayvanın ortasında duracak bir görünüm alır. İnsan yaşamı için önemli ve hayati olan; tanrılar, hayvanlar ve capcanlı duran kuşlar yüzlerini ona dönmüş, sanki Hayat Ağacı’nı yaşamın merkezine almış, yaşamın döngüsünü ona bağlamış gibilerdir.
Günümüzde 5 kuruşluk metal parada, Çuvaşistan bayrağında, Kültür ve Turizm Bakanlığının ambleminde, kilimlerde ve süsleme yüzeylerinde bu gelenek sessiz sedasız devam eder.
Hayat Ağacı’nın bozkır halklarında evrenle bir ilişkisi vardır. Onlara göre yer kare veya dikdörtgen şeklindedir, üzerinde gök bir daire şeklindedir ve bir kapak gibi yeryüzünü örtmektedir. Yer ve gök göbeklerinden geçen kozmik bir eksen ile birbirlerine bağlıdır. Çoğu inanışta bu eksen Hayat Ağacı’dır. Yerin insanların katı, göğün ise Tanrıların katı olduğu düşünüldüğünde, Hayat Ağacı’nın; yeri ve göğü, insanla tanrıyı, yaşamı ve ölümsüzlüğü birbirine bağlayan bir kutsal figür olduğu anlaşılır.
Kökleri yer altında, dalları göklerde bulunan bu ağaç; birçok antik toplum tarafından, kökleri ölüler diyarını, gövdesi yaşayanların katını, dalları ise Tanrıların mekanını ifade eden bir evren sembolü olarak kabul edilmiştir.
Hayat ağacını Sibirya ve Orta Asya şamanlarının kullanımlarına benzer şekilde betimleyen Selçuklularda Hayat Ağacı, kayın ya da palmiyeydi. Erken örnekler iki yanında, aslan-kaplan gibi iki vahşi hayvan figürü ile, bazı örneklerde ise ağacın alt tarafında yılanlar, üst tarafında ise ulu bir kartal ile betimlenir. Bu yılan, aslan ve kartal, ölümü yaşamı ve sonsuzluğu sembolize eden kavramlardır.
En eski devirlerden günümüze dek Türk toplulukları arasında görülen yaygın inanışlardan birisi de ağacın ya da belli ağaç türlerinin kutsal kabul edilmesidir. Mitolojik dönem Türk düşüncesinde kutsal ağaç, Tanrı’ya ulaşmanın yoludur. Yani Tanrıyla insan arasında bir vasıtadır. İnanca göre kutsal dağlar gibi kutsal ağaçların da başları insan gözüyle görülmeyecek şekilde göğe doğru uzanmakta ve Türk düşüncesine göre gökte olduğu farz edilen ve bir ışık aleminden ibaret olan Cennet’e ulaşmaktadır. Cennet de Türk düşüncesinde esas itibariyle ‘mekândan münezzeh’ olarak kabul edilen Tanrı’nın dünyayı ve insanları idare ettiği mekândır. Kutsal ağaçlar, zamanla bu konumdan uzaklaşarak Türk’ün düşüncesinde Tanrı’nın somut bir görüntüsü olarak algılanmaya başlamış ve tanrısallık kazanmıştır.
Toplumların, evrenin yapısı ve oluşumu hakkındaki düşünceleri; kültlerin, inançların veya tanrıların yerini belirleyen bir genel kurgu oluşturması açısından önemlidir. Bu öneme rağmen bilmek gerekir ki, toplumların evren hakkındaki düşünceleri, tek ve değişmez bir yapı değildir. Döneme ve sosyal şartlara bağlı olarak değişir.
Bozkır halklarının evren algısı içinde, fazla değişime uğramayan iki temel öge olduğunu belirtmek gerekir. Bunlar evrenin iki ana bölgesini oluşturan, gök ve yer kavramlarıdır. Sonraki dönemlerde bu bölüntüye, yerin altının da eklendiği görülür.
Bozkır topluluklarınca, yer; kare veya dikdörtgen şeklindedir. Üzerindeki gök, daire şeklindedir ve bir kapak gibi yeryüzünü örtmektedir. Yerin kare olması, dört kenarının olması, yaşama dair başka dörtlü şeylerle ilişkilidir; 4 element, 4 mevsim, 4 yön gibi… Daire ise sonsuzluğu, tanrısallığı ifade eder.
Yer ve gök, göbeklerinden geçen bir eksen ile birbirine bağlıdır. Bu eksenin gökteki sembolü de Kutup Yıldızı’dır. Kutup Yıldızı gökte, adeta atların bağlanıp etrafında döndüğü bir ‘Demirkazık’ gibi sabit durur, tüm gök cisimleri de onun etrafında döner şeklinde inanılıyordu.
Yeryüzünün üstünde işte bu kapak gibi örtülü göğü taşıyan, bir direk tahayyül edilmiştir. Eski Türklerin çok kullandığı bir deyim; ‘göğün direği yıkılsa’ demek, kıyamet kopsa, gökkubbe üstümüze çökse demektir. Bunlardan da anlaşıldığı gibi, bozkır halkları göğün; tıpkı bir çadırın, çadır direği üzerine kurulması gibi, gök direği üzerinde durduğuna inanıyorlardı. İşte bu direk çoğu mitte Hayat Ağacı’ydı…
Hemen hemen her antik inanışta, gök; tanrıların katıdır. Yeryüzü insanın, yaşamın; yeraltı ise ölülerin, ölümün diyarıdır. Yani gök; sonsuzluk, ölümsüzlük demektir.
Hayat Ağacı, gövdesi dünyayı, kökleri ölüler dünyasını, dalları ise göğü ve ölümsüzlüğü sembolize eden, bir evren tasavvurudur.
Eski Türkler için bu ağaçla ilişkili olan bir çok gelenek vardı. Bozkırın ortasında tek başına duran bir ağaç kutsaldı. Bu ağaçlardan yeni doğanlara beşikler yapılır, ağacın ruhunun bebekleri koruduğuna inanılırdı. Ağaçların dallarına bez parçaları bağlanır, saygı duyulur; ısınmak için dalları kesilmek zorunda kalındığında bu bir çeşit hürmet ve izinle yapılırdı. Bu kutsal ağacın; Ulu Kayın, Dünya Ağacı, Şaman Ağacı, Evliya Ağacı gibi isimleri vardı.
Bu kutsal ağaçlar yerle göğü, toprakla Kutup Yıldızı’nı, yaşamla ölümsüzlüğü, insan ve yaratıcıyı birbirine bağlıyordu.
İnsan için en önemli konular hiç şüphesiz; yaşam ve ölümdür. Bazı İslam alimlerine göre ise insan ve hayvanı bu ölüm-yaşam döngüsünde, birbirinden ayıran şey; sonsuzluk arzusudur. Aslında tüm kültürlerde ve dinlerde insanoğlunun arayışı, arzusu; ölümün ötesine geçmekti. Bu yüzden tanrı ile bağlantısı olabilecek insanlara, nesnelere kutsallık atfetmişlerdi.
En eski zamanlardan bu yana Mısır’da ağaçlar çok az olduklarından, ilahi bir tapınma nesnesi idiler. Göğün doğusunda, üzerinde tanrıların oturduğu kozmik ağaç olan yüce Yalancı Çınar bulunur, karşıda, batıda çölün kıyısınında, dünyayı ve oradaki her şeyi yaratan ”Yalancı Çınar’ın Hanımefendisi” inek ile sembolize edilen tanrıça Hathor yaşamaktaydı. Yapraklarından dökülecek kadar merhamet dolu olan Yalancı Çınar, yeni ölenleri selamlar ve onları su ve ekmek ile karşılar. Onunla gıda ve içecek onlara ulaşır ki bunlar aracılığı ile ölümden sonraki hayatı sağlarlar. Yalancı Çınar’ın dallarında ölülerin ruhları kuş şeklinde oturur. Kutsal ağacın yardımı sayesinde ruhlar, ilahi dünyanın ve ebedi varlıkların bağrına dönerler.
Yunan mitolojisinde meşenin Zeus’un kutsal ağacı olarak kabul edilmesi nedeniyle kahinler, rüzgarda meşe ağacının yapraklarından çıkan seslerden yola çıkarak gelecek hakkında bilgi verirlerdi.
Eski Roma’da ise meşe ağacı Jüpiter’e adanmış bir bitkiydi.
Başka bir mitte, Tanrı Apollon, Defne ağacı ile sembolize edilir. Söylenceye göre güzel ve bakire olan Daphne’yi ormanda gören Apollon ona sahip olmak ister. Fakat Daphne Tanrı’yı görünce kaçmaya başlar. Kaçamayacağını anlayınca da baş tanrı Zeus’tan yardım ister. Zeus da onu bir defne ağacına dönüştürür. Böylece defne ağacı, hem kutsal, hem de Apollon’un bir simgesi olarak kalır.
İskandinav mitolojisinin ağacı olan Ygdrasil, Türkçe’ye; Dünya Ağacı ya da Kader Ağacı olarak geçen ve evreni birbirine bağlayan ağaç olarak bilinmektedir. İskandinav mitolojisinde dokuz dünya olarak bilinen ve katları; insanlar, elfler, ölüler diyarı ‘asgard, alfheim’ gibi mitolojik adlarla isimlendirilen Yggdrasil, kökleri ve dallarıyla, evrenden ziyade, dokuz dünyaya ulaşmaktadır.
Eski Norsça’da, Yggdrasill olan ağaç aynı zamanda Odin’in darağacı olarak da bilinmektedir. Odin’in dokuz gün-dokuz gece boyunca, kendini asıp kutsal bilgi için feda olduğu bilinmektedir. Eski Norsça’da ’Ygg’ ya da ’Yggr’ tanrı ‘Odin’ demektir. ’Drasil’ bir ek olup at ya da ağaç olarak çevrilirken, ‘atın asılı olduğu ağaç’ olarak da çevrilmiştir. Bu sebeple Yggdrasil ya da Eski Norsça’daki yazılışıyla Ygdrasill ’Odin atı (Sleipnir)’, ‘Odin’in ağacı’ olarak İskandinav mitolojisinde geçmektedir. Aynı zamanda evrenin büyük ağacı olarak 1770’lerde literatüre geçerken, kül ağacı olarak da bilinir. Zeytingiller familyasından, dişbudak ağacı türüdür.
İskandinav Mitolojisinde dünya üç katmandan oluşmaktadır. Tıpkı Türk Mitolojisindeki gibi, halkın evren algısı bir ağaçla ilişkilendirilmiştir.
Aşağı yukarı Kızılderili çadırlarına benzer çadırlarda yaşarlardı. Duvarları ayakta tutan direk, evrenin iskelet yapısına benzetilirdi, yani küçük büyüğü yansıtıyordu.
Evren, bir meşe ağacının gövdesinde vücut bulmuştu. En yüksek dalları, tanrıların ikamet ettiği Asgard, diğer uçta köklerin altında soğuk ve karanlık bir bölge olan Hel, orta kısım ise insanların yaşadığı Midgard yani Thor’un bölgesidir.
Thor; insanları, çığlara, depremlere, kuraklığa ve bir medeniyetin başına gelebilecek tüm kötülüklere sebep olan devlerden koruyan tanrıdır. Onun baş düşmanı ise yılan kılığına girmiş bir dev olan Midgard Yılanı’dır. Efsaneye göre bu yılan dünyanın çevresini sarmış ve gittikçe de büyümektedir. Midgard Yılanı düzene karşı kaosu, savaşı ve ölümü temsil etmektedir. Onun zaferi dünyanın sonu; yani Ragnarok, kıyamettir.
İskandinavların hikayeleri, Hıristiyan ordularının işgali ve paganizmi yasaklaması sonucunda, misyonerler tarafından yazılan bir son ile bitmektedir. Thor sonunda Midgard Yılanı’na yenilir. Midgard’da kıyamet kopar, yeryüzünde kalan tek canlı kutsal meşe ağacıdır. Ne gariptir ki onun içine bir kadın ve bir erkek saklanmış ve kurtulmuştur. Artık insan nesli onlarla yeni bir başlangıç yapacak ve tanrının oğlu İsa’yı yeryüzüne göndermesine kadar çoğalıp dünyaya yayılacaktır. Hikayedeki bu kadın ve erkek, tahmin edileceği gibi Adem ve Havva’dır.
Türklerin Anadolu’ya gelmeleri ile Anadolu kültüründe, yapı ve süslemelerinde Orta Asya halklarının soyut figürleri kullanılmaya başlar. Özellikle Kösedağ yenilgisinden sonra başlayan Moğol işgali sırasında gelen tahmini bir buçuk milyon Moğol, Asyatik soyut figürlerin aktarımını yoğunlaştırmıştır. Çift başlı kartallar, ejderler, grifonlar, sfenksler ve hayat ağaçları yaygınlaşır.
Selçukluların Hayat Ağacı kullanımları Sibirya ve Orta Asya şamanlarının kullanımları ile benzerlikler gösterir. Her iki kullanımda da ağacın dalları göğün katlarının simgesidir. Selçuklular ölenlerin ruhlarının, cennete gitmek için bu katları kullandıklarına inanırlardı. Şaman rahipler için ise bu katlar, gökyüzüne çıkmak için kullandıkları merdivendir. Kullanılan ağaç kayın ya da palmiyedir. Ayrıca, Selçuklu’nun kullandığı bazı Hayat Ağacı motiflerinde ağacın alt tarafında yılanlar, üst tarafında ise ulu bir kartal betimlenir. Bununla yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü ifade edilir, yani evrenin üç katı ilişkilendirilir.
Gök Medrese’deki dairevi hayat ağacının; üç, dört ve beşinci sıradaki iri yaprakların ucunda nar, dallarında da kiraz salkımları, orta eksene yerleştirilen en üstteki iri yaprağın içerisine de iki yana kıvrılmış hurma dalı sanki sanatkâr tarafından taşa işlenmiş cennet tasviri gibidir. Hayat ağacının tepesinde iki yanda hurma salkımı bulunuyor ki hurma ve nar; Kur’an-ı Kerîm’deki cennet meyvelerindendir. Dalların arasında bütün canlılığı ile asılı duran kirazlar, minyatürlerde gördüğümüz, nahıllara asılmış turfanda kirazları hatırlatıyor.
Gök Medrese’nin taç kapısında hâkim olan bitkisel bezemeye paralel olarak, avluyu çeviren revak sütunlarının başlıklarında da dört yüzde tekrarlanan motif, kanat halini almış rûmî ve ortadaki palmetle stilize figür ifadesini yansıtmaktadır. Bir diğer sütun başlığı ise cephedeki hayat ağacının sanki daha küçük bir örneği şeklindedir.
Osmanlı kültüründe Hayat Ağacı servidir. Çeşmelerde kullanılması suyun hayat olduğunu ifade eder. Bazı kullanımlarda dallarına konmuş kuşlar hayatın içindeki canları simgeler. En fazla kullanıldığı yerler, kadın mezarlarının ayak ucundaki taşlardır. Aynı zamanda minarelerle, elif harfi ile benzerliği bulunur.
Ahşap Oyma Sanatçısı Aşir Güler’in Hayat Ağacı Çalışması
Aşir Güler ustanın eserinden önce kendisinden bahsedelim. Aslen Muşlu. 8 yaşındayken, bir ahşap oyma sanatçısı olan abisinin yanına İzmir’e gelmiş. İzmir’de ilkokula başlamış, aynı zamanda abisinin atölyesinde, ahşap oyma sanatını öğrenmiş.
Aşir Usta’nın çocukluğu Muş Ovası’nın uçsuz bucaksız yeşillikleri, ağaçları, çayırları, laleleri arasında geçmiş. Derelerin nehirlerle buluştuğu, bereketli topraklarda milyonlarca bitkiyi, çiçeği izleyen; kuşların yuvalarına dokunmadan, doğaya zarar vermeden, karlı dağlardan esen serin rüzgarlarla, tabiatın güzelliklerini hafızasına alan usta, bu güzellikleri 35 senedir hemen her eserine işleyerek ölümsüzleştiriyor.
Çocukluğunda hayranlıkla izlediği güzelliklerin esintilerini üsluplaştırarak nakşettiği Hayat Ağacı tablosu, ustanın yedi yıllık emeğinin sonucu.
Kültür Sentezi
19. YY’da hareketlenen İzmir Limanı’nın, Avrupalı şirketlerin ticaret merkezi haline geldiği dönemlerde, gelen Avrupalı tüccarların ve şirketlerin İzmir’de şube açmaları sonucu yanlarında getirdikleri mobilyaların, aksesuarların; 10 yıl boyunca restorasyon işlerini yapan Aşir Usta, bu süreçte yabancı kültürlerin sanat anlayışlarını, üsluplarını öğrenmiş.
Divriği Ulu Camii’nden, Gök Medrese’ye, İskandinav Mitlerinden, Türk kökenli hikayelere; her yöreden her inanıştan bir şeyler katıp, kendi Hayat Ağacı’nı tasarlamış.
Malzeme ve Teknik
Hayat Ağacı tablosunun gövdesi, maun familyasından sapelli adlı, sık dokulu, ağır, işlenmesi sert ve pahalı bir ağaçtan yapılmıştır. Çerçevesinde dıştan içe sırayla; kiraz, ceviz, armut ağacı tercih edilmiş ve tüm ağaçlar kendi özgün renklerinde, boya kullanılmamıştır.
Ağaç işlemeciliğinde eserin zaman zaman homojenize bir görüntüye sahip olabilmesi için boya kullanılır. Fakat bu boyalar kimyasal değildirler. Kimyasal boya ve cilalar, yoğun pigmentleri nedeniyle, ağacın dokusunu, damarını, harelerini örter, plastik bir görünüm verir. Ustanın deyimiyle, ağaçla insan arasına bir katman girer.
Ahşap eserlerde, gomalak cila kullanılıyor. Uzak Doğu’da bir böceğin salgısı, bir ağaç reçinesi ile karıştırılarak kurutuluyor. Kurumuş halde pullar şeklinde ihraç ediliyor. Gomalak cila plakaları, şeker pancarı küspesinden elde edilen ispirto ile inceltilip sıvılaştırılıp uygulanıyor.
Hiçbir makine ya da kimyasal uygulamaya maruz kalmadan, ağacın ruhu bu eserlerde yaşatılıyor.
Biçimsel Analiz
113×43 cm ölçülerinde masif bir sapelli blok üzerine, üçgen formlu bir kaideden yükselen Hayat Ağacı; iki yandan hilal şeklinde birleşmiş agraftan önce iki yana doğru, asimetrik şekilde, kökleri yapraklarla sonlanan iki kıvrık dal, uçlarında iki yaprak arasında meyveler, bunların da üzerinde agraftan açılan dokuz simetrik dal içinde, karşılıklı olarak birbirinden farklı stilize bitki formlarından oluşuyor. En tepedeki dal içinde, Selçuklu çift başlı kartalına öykünen, sol başı perspektif nedeniyle daha önde gibi duran, çift başlı bir Zümrüdüanka tasarımı bulunmakta. Dokuz dalın sağından ve solundan kıvrılarak yükselmiş laleler; sağda üç canlı çiçek, solda ölümün sembolü olarak işlenmiş yılan gövdesinin arkasında yere bakar vaziyette cansız bir görünüme sahiptir. Üçgen formlu kaidenin sağ yanında büyük yapraklı kıvrık dallar, solunda iç içe geçmiş hilal ve ayın sonraki evrelerine benzeyen katmanlı bir gök anlatımı içinde, tomurcuklu dallar, filizler ve inci dizeleri yerleştirilmiş. Bütün olarak formun çatısı bir simetri yanılsaması oluştursa da detaylar bütünüyle asimetriktir.
Yılan Gövdesi Neyi Sembolize Ediyor?
Yılanlar her kültürün mitolojisinde, antik dünyanın her köşesinde karşımıza çıkabilecek bir temadır. Birçok efsanede, tanrıların ya da bir kahramanın, dev bir yılanla arasındaki çekişme konu olmuştur.
Hintlilerin kutsal kitabı Vedas’ta, fırtına tanrısı Indra ile devasa bir yılan arasındaki savaştan bahsedilir.
Yunan mitolojisinde ise; Typhon isimli yılankavi bir canavar, yıldırım tanrısı Zeus ile savaşmıştır.
Bunun gibi benzer hikayeler binlerce yıl arayla ortaya çıkmış olsa da, temelde hep aynı korkuyu ifade eder: Yaşamı tehdit eden bir canavarı, dünyanın sonunu, kıyameti ve ölümü…
Cennet İmgeleri
Hayat ağaçlarının tamamında, doğada görülen bitki formlarının stilize edilmiş şekli gözlemlenir.
Bir daldan açmış üç yaprakta üç ayrı bezeme, doğada görülebilecek olanın ötesinde, cennetle ilişkilendirilir.
Kökleri topraktan bağımsız bitkiler, dokuları birbirinden farklı yapraklar, doğadaki benzerlerinden farklı meyveler, aynı dal üzerinde birden fazla çeşitte tomurcuk ve çiçek formları, inci dizileriyle süslenmiş laleler yapraklar… Her dinin ahiret tasavvuru, her insanın ütopyası, hayal dünyası ve ölümden sonra yaşamayı hayal ettiği cenneti anlatır.
Kevser ÇAKIR
Kaynakça
ARSLAN Seher, Türklerde Ağaç Kültü ve Hayat Ağacı, Uluslararası Sosyal ve Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt 1, Haziran 2014
ÇELİK N. , Hayat Ağacının Urartu Kült Törenlerindeki Yeri ve Önemi ,Anadolu
Araştırmaları, S:15, İstanbul:1999
NAKIŞ Dilay, Kültürel Sembol Olarak Türk Mitolojisinde Hayat Ağacı, Ardahan Üniversitesi Uluslararası Mitoloji Sempozyumu, 2019
ÖGEL Bahaeddin, Türk Mitolojisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları,1995
ÖZTEKİN S. Dinlerde Hayat Ağacı, Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara: 2008
YILMAZ GÜNEŞ Dilek, Protohistorik Dönemde Anadolu’da Hayat Ağacı Motifi
https://archnet.org/sites/1924/media_contents/9000
trdergisi.com/turk-kulturunde-servi-agaci
http://hayatagacidergisi.com/sivas-gokmedrese-ve-bezemeleri/
Kevser çakır..!