Pisagor insan anlayışını insan hayatının amacı nedir meselesi üzerine inşa eder. Ona göre insan hayatının amacı Tanrı ile irtibat kurmaktır. Bir insan Tanrı ile irtibat kurmadıkça hayatının manevi amacını gerçekleştiremez. Böyle bir insan biyolojik olarak amacına ulaşmış olsa da yani hayatta kalmış olsa da manevi açıdan amacına ulaşamamıştır. Manevi açıdan başarıya ulaşabilmesi için Tanrı ile irtibat kurulması şarttır. Tanrı ile irtibatın nasıl mümkün olduğu olduğunu sorduğumuzda ise Pisagor bize bunun ancak felsefe ile mümkün olacağını söylemektedir. Felsefeden kast ettiği şey de bazı şeyleri bilmekten ziyade felsefi sorgulama yetenekine sahip olmayı anlamaktadır. Onun için felsefe hikmet sevgisidir ve bu anlamda kendisini de hikmeti seven kişi yani filozof olarak adlandıran ilk kişidir. Felsefe ya da hikmet sevgisi insanı nasıl Tanrı ile irtibata geçirebilir diye sorduğumuzda ise karşımıza Pisagor’un kurtuluş anlayışı çıkmaktadır. Bu noktada dinler arasındaki ortak bir anlayışa ulaşıyoruz. Bütün dinler açısından insanların içinde bulunduğu mevcut durum matlup durum değildir. Hemen bütün dinler öncelikle mevcut olan bir namatlup durumdan ikinci olarak da matlup olan namevcut bir durumdan bahsederler. Ve yine dinlerin hepsi insanların mevcut olan namatlup durumdan matlup olan namevcut duruma nasıl geçilmesi gerektiğine dair bir reçete sunarlar. Bunun mümkün olması için belli bir şekilde inanılması ve belli bir şekilde yaşanılması gerekmektedir.
Pisagor’un iki kabulu onun belli bir kurtuluş anlayışına sahip olmasına sebep olmuştur. Öncelikle Pisagor söz konusu dünya hayatı olunca kötümserdir. Yani ona göre dünya hayatı zati olarak kötüdür. İkinci olarak Pisagor tenasüh anlayışı yani ruh göçü inancını kabul etmektedir. Bu anlayışa göre bir insan öldüğünde onun ruhu başka bir mevcudun bedeni geçmektedir. Dolayısıyla insanlar ölünce ruh göçü yoluyla bu dünyaya geri dönmektedirler. Bu iki kabulu bir arada düşündüğümüzde Pisagor’un kurtuluş anlayışı ortaya çıkmaktadır. Buna göre kurtuluş öldükten sonra bu dünyaya geri gelmemektedir! Bir insan bunu başarırsa feleğin çarkından çıkmış ve matlup olan yaşama kavuşmuş olacaktır. Ancak öldükten sonra geri gelmeyen ruhların nasıl bir durumda bulunduğunu sorduğumuzda Pisagor bize bunların Tanrı ile ittisal halinde yani onunla birleştikleri cevabını vermektedir. Dolayısıyla insan açısından matlup olan durum Tanrı ile ittisal kurmak yani onunla birleşmektir. Bu anlayışa irfan geleneğinde fena fillah ve beka billah denmektedir. Yani Tanrı ile baki olabilmek için önce onda fena bulmak gerekmektedir. İşte Pisagor’un din anlayışı tam bu noktada devreye girmektedir. Teorik olarak kurtuluşun ne olduğu ortaya konduktan sonra ki bu felsefenin görevidir, pratik ve ameli olarak da bu hedefin nasıl gerçekleşmesi gerektiği sorusu ortaya çıkmaktadır. İşte Pisagor bu sorunun cevabını dini anlayışıyla vermektedir. Dolayısıyla din kurtuluşa erebilmek için nasıl yaşamak gerekir sorusunun cevabıdır Pisagor açısından!
Bu açıdan Pisagor’un dini anlayışına baktığımızda bunun sekiz özelliğe sahip olduğunu görüyoruz:
1. Gizli kabul ayini: Bu dine girebilmek için gizli bir ayin düzenlenmekte ve bu ayinde bazı ritüeller yapılmaktadır. Bu açıdan dinlere baktığımızda hemen bütün dinlere belli bazı sözler veya eylemler yapıldıktan sonra girildiğini görmekteyiz. Mesela Yahudi olabilmek için sünnet olmak şarttır. Bu şartı İslam da kabul etmiştir. Hıristiyan olabilmek için vaftiz olmak gerekmektedir. Bu uygulama bütün din, mezhep tasavvufi gruplar, tarikatlar ve masonik cemiyetler için geçerlidir. Özellikle bazı irfani ve masonik cemiyetlere ancak gizli olarak düzenlenen bir ayinden sonra girilebilmektedir. Pisagor’un dinine mensup olabilmek için de böyle bir süreçten geçmek gerekmektedir.
2. Bu gizli kabul ayininden sonra insanlar belli konularda sınavdan geçirilmektedir. Bu sınavda insanlar cesaret, sabır, doğruluk ve dünya malına düşkün olup olmama açısından sınanmaktadırlar. Bu aşama geçildikten sonra beş yıl sürecek olan bir çıraklık dönemi başlamaktadır. Bu dönemde insanlar dini öğreti ve uygulamaları yapıp yapamayacakları açısından test edilmektedirler. Ancak bu çıraklık dönemini başarıyla geçenler bu dine mensup olabilmektedir. Bu çıraklık aşmasını geçen insanlar da iki gruba ayrılmaktadır. Dini öğreti ve uygulamaları derinlemesine kavrayabilecek olanlar ile bunu yapamayacak olanlar. İkinci grup mezkur dinin avam kısmını oluşturmaktadırlar. Ki hemen bütün dinlerin mensuplarını çoğu bu avam kısmından oluşur. Ancak birinci gruplar eğitilmeye devam eder ve bunlar da kendi aralarında kabiliyet ve anlama derecelerine göre bir hiyerarşi oluştururlar. Dolayısıyla bu dine mensup olanların hepsi eşit seviyede bulunmaz ve aralarında epistemolojik durumlarının kaynaklık ettiği bir hiyerarşi bulunur. Burada üstte bulunan kişiler kendi altlarında bulunan insanların yönetilmesi ve eğitilmesinden sorumludurlar. Pek çok dini, mezhebi, irfani ve cemaatsel yapılanmalarda durum üç aşağı beş yukarı böyledir.
3. Bu dinin mensupları birbirleriyle yeminle bağlıdırlar ve aralarında diğer insanlarla olandan farklı bir ilişki bulunmaktadır. Buna göre bu insanların birbirleriyle olan ilişkileri başkalarıyla olan ilişkilerinden oldukça farlıdır. Bu oldukça sıkı bir ilişkidir ve uyulmadığında ölüme varan cezalar uygulanmaktadır. Rivayete göre Pisagorcularda kök iki sayısını bulan kişi bu sırrı ifşa ettiği için denizde boğularak öldürülmüştür. Zira irrasyonel sayıların varlığı Pisagorcuların sayılar metafiziği üzerine kurulan evren anlayışlarını temelinden sarsıyordu. Bu yapıdan dolayı bu insanların sadece kendi aralarında bildikleri ve uymak zorunda oldukları inanış ve uygulamaları bulunmaktadır. Bu inanışlardan birisi de şudur:
Pisagor müntesiplerinden Tanrılar veya dini öğretilerle ilgili tuhaf veya ilginç bir şey duyar veya görürlerse aceleci davranıp bunu inkar etmemelerini istemektedir. Bu mesele günümüzde dinler, din felsefesi ve ahlak felsefesi açısından oldukça önemlidir. Zira bu aslında dini açıdan sahih inanç ile hurafe arasındaki sınırın nerde ve nasıl çizilmesi gerektiği meselesidir! Diğer bir ifadeyle bizler hangi kıstasa göre bir inancın sahih inanç mı yoksa hurafe mi olduğunu ayırt edebiliriz?
Bu açıdan akla gelen ilk kıstas bunun mezkur inancın akla uygun olup olmadığıdır. Buna göre akla uygun olan inanç sahih olmayan ise hurafedir. Ancak mesele üzerinde biraz derinlemesine düşününce bu kıstasın kesinlikle doğru veya en azından yeterli olmadığı görülmektedir. Zira bu kıstasın dayandığı varsayım doğru değildir. Bu açıdan dini metinlere baktığımızda bunlarda bulunan bütün öğreti ve hükümlerin şu üç halden birisinde bulunduğunu görmekteyiz. Mesela dini metinlerde buluna a b’dir şekinde bir önermeyi akla arzettiğimizde şu üç durum ortaya çıkmaktadır.
a. Akıl bir delile dayanarak a’nın b olduğu hükmüne varabilir. Bu durumda a’nın b olması akla uygun olmuş olur.
b. Akıl bir delile dayanarak a’nın b olmadığı sonucuna varabilir ki bu durumda mezkur inanç akla karşı olmuş olur.
c. Akıl ne a’nın b olduğuna ne de a’nın b olmadığına hükm edebilir. Bu üçüncü durumda mezkur inanç ne akli ne de akıl karşıtı belki akıl üstü bir inanç olmuş olur.
İşte bu sebepten dolayı akla uygunluk sahih inanç ile hurafeyi birbirinden ayırt etmek için yeterli olmamaktadır. Zira bu kıstasın geçerli olabilmesi için dini metinlerde bulunan bütün öğreti ve hükümlerin ya akli ya da akıl karşıtı olması gerekir. Oysa gördüğümüz gibi durum kesinlikle böyle değildir. Dini metinlerde öğreti ve hükümlerin çoğu üçüncü grupta yer almaktadır yani akıl üstüdür. İşte bu yüzden kelamcılar asıl olarak dini metinlerinde ikinci türden yani akıl karşıtı öğreti ve hükümlerin bulunmadığını göstermeye çalışırlar. Dinin akıl tarafından temellendirilmiş olması için bu yeterlidir. Ama geriye kalanlardan hangilerinin akli veya akıl üstü olduğunu tespit etmek pek kolay değildir.
İşte bu sebepten dolayı sahih inanç ile hurafeyi birbirinden ayırt etmek için başvurulması gereken kıstas “Dini metinlerde bulunup bulunmama kıstası” olmalıdır. Buna göre eğer bir inanç ve hüküm dini metinlerde bulunuyorsa akıl üstü veya akıl karşıtı dahi olsa hurafe değildir. Ama eğer bulunmuyorsa akli dahi olsa sahih bir inanç değildir!
Dini inanç ve hükümlerin bu epistemolojik statüsünden dolayı Pisagor Tanrı veya dini öğretilerle ilgini tuhaf veya ilginç bir şeyle karşılaştığımızda aceleci davranıp onu inkar etmememiz gerektiğini söylemektedir.
4. Pisagor’un din anlayışının diğer bir özelliği de vejeteryanlıktır. Bu inancın dini ve akli olmak üzere iki dayanağı bulunmaktadır. Dini gerekçe Pisagor’un tenasüh yani ruh göçü anlayışıdır. Bu anlayışa göre insan ruhu bir bedenden diğerine geçmektedir. Dolayısıyla halihazırda bir keçi veya koyun olan şey aslında önceki yaşamında bir insan olmuş olabilir. Bu yüzden hayvan eti yemek aslında insan eti yemekle aynı anlama gelmektedir. Akli gerekçe ise özellikle günümüzde vejeteryanlar tarafından kullanılmaktadır ve oldukça da güçlü bir argümanı oluşturmaktadır. Buna göre eğer insan başka bir canlıya zarar vermeden hayatını devam ettirebiliyorsa başka canlıya zarar vermesi yani onu kesmesi ahlaken doğru değildir!
5. Mülkiyet ortaklığı. Pisagor insanların sahip olduğu her şeyin ortak olduğuna inanmaktadır. Ancak bu mülkiyet ortaklığı ile günümüzde sosyalist ya da marksistlerin savunduğu mülkiyet ortaklığı arasında bir fark bulunmaktadır. Sosyalist veya marksistler üretim araçlarının ortaklığından bahsederken Pisagor ise her şeyin ortaklığından bahsetmektedir.
6. Gizlilik ilkesi. Bu anlayışa göre bu dinin mensupları öğrendikleri inançları bu dine mensup olmayanlara öğretemezler. Aslında bu anlayış bizzat kendi aralarındaki hiyerarşi için de geçerlidir. Yani ancak aynı seviyede bulunanlar birbirleriyle sırlarını paylaşabilirler. Ama bunlar altta bulunanlarla bu sırları paylaşamazlar. Bu yüzden Pisagor takipçilerine hakikati ehil olmayanlara öğretilmemesi konusunda oldukça ısrarcıdır.
7. Bu evrensel bir dindir. Bu açıdan dinleri ele aldığımızda onların iki grupta toplandıklarını görmekteyiz. Kapalı dinler ve açık dinler. Belli bir insan grubuna hitap eden dinlere kapalı dinler denmektedir. Bunun en bariz örneği Yahudiliktir. Bu dine mensup olanlara göre sadece Beni İsrailden olan insanlar bu dine girebilirler. Bu yüzden de Yahudi din adamları Beni israilden olmayanlara dinlerini tebliğ etmezler. Ancak bütün isanları muhatabı olarak gören dinler evrensel dinlerdir. Bu dinlere girebilmek için tek şart insan olmaktır. Pisagor Kadim Yunan dünyasında yaşadığından bu havzada bulunan üç kesim insanı da tebliğe muhatap olarak görmüştür. Bu dönemde üç grup insana, insan muamelesi yapılmıyordu. Bunlar;
a. Kadınlar
b. Köleler
c. Yabancılar.
Bu üç grubun tam insan olduğu kabul edilmiyordu. Aristo Politika veya Siyaset adlı eserinde kadınlar ve kölelerin insan ile hayvan arasında orta bir yerde bulunduklarını ve dolayısıyla onlara insan denmemesi gerektiğini söylüyordu. Ancak Pisagor bu görüşü kabul etmiyor ve bu üç grup isanı da kendileriyle eşit görüyordu. Antik Yunanda sadece özgür erkekler gerçek insan olarak kabul ediliyordu.
8. Nefis tezkiyesi. Pisagor nefis tezkiyesine özel bir önem veriyordu. Nefis tezkiyesi ile bedenden bağımsızlaşma ve sonunda kurtulma arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünüyordu. Buna göre bir ruh ne kadar tezkiye olur ve saflaşırsa bedene yani maddeye olan bağlılığı o oranda azalacaktır. O nefis tezkiyesi açısından özellikle üç şey üzerinde duruyordu.
a. Riyazi düşünme şekli. Bu anlayışa göre bir insan düşünürken ne kadar matematiksel bir yöntem kullanırsa bu nefis tezkiyesine o kadar yardımcı olacaktır. Bununla kast edilen mesele ve sorunların ele alınmasında tıpkı bir matematikçi gibi hareket edilmesiydi. Yani önce tanımlar sonra belli bir usul sonra hipotezler ve son olarak da belli bir yöntemle bu hipotezlerin tanım ve usullerden hareketle ispatlanması.
b. Müzik dinlemek. Müziğin ruh üzerindeki olumlu etkisini fark eden ilk kişi Pisagor’du. Ondan önce hiç kimse müziğin bir olumlu etkisinden bahsetmemiştir. Müzik ruhun gıdasıdır anlayışı Pisagor’dan gelmektedir.
c. Sükut. Pisagorculukta asıl olan sükuttur. Mecbur kalmadıkça konuşulmaması salık veriliyordu. Bu anlayışın başlarda bu yapının sırlarının korunması için düşünülen bir tedbir olduğu varsayılmaktadır. Ancak zamanla sükutun nefis tezkiyesi üzerindeki olumlu etkisi görülmüş ve temel öğretilerden birisine dönüşmüştür. Bu yüzden Pisagorcular mecbur kalmadıkça konuşmazlardı ve bizzat Pisagor’un bulunduğu ortamlarda ne kadar ağır başlı ve sessiz bulunduğu oldukça meşhurdur.
Pisagor’un din anlayışı bu temel özelliklerden oluşmaktadır. Ona göre bu öğreti ve hükümlere göre yaşayan bir insan feleğin çarkını kırıp öldükten sonra Tanrı ile ittisal kurabilir ve bu dünyaya yeniden dönmesini önüne geçebilir!
Abuzer DİŞKAYA