Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle ahlaki doğruluk ile epistemolojik doğruluğun ne olduğunu bilmek gerekir. Ve bu ikisi doğruluğun kısımları olduğundan önce doğruluğun ne olduğunu bilmek gerekiyor. Zira ahlaki veya epistemolojik olarak taksim edilen doğruluktur. Bu yüzden önce doğruluğun tanımlanması ve sonra da neden onun ahlaki ve epistemolojik olarak ikiye ayrıldığını görmek gerekir.
Doğruluk sözün vakaya mutabık olması demektir. Veya bir sözün kendisinden haber verdiği vakaya yani gerçekliğe uygun ve mutabık olması demektir. Mesela yağmur yağıyor gibi bir sözün doğru olması demek vaka aleminde de gerçekten yağmurun yağması demektir. Ancak bu şekilde yağmur yapıyor sözü kendisinden haber verdiği gerçekliğe yani yağmur yağması olgusuna mutabık olmuş olabilir. Dolayısıyla sözün doğru olabilmesi için öncelikle kendisinden haber verdiği bir vakanın veya gerçekliğin olması gerekir. İkinci olarak söz ile bu vaka arasında bir uygunluk ve mutabakat olması gerekir.
Peki doğruluk neden ahlaki doğruluk ile epistemolojik doğruluk diye ikiye ayrılmaktadır?
Bunun sebebi sözün kendisinden haber verdiği vakanın veya gerçekliğin aslında iki çeşit olmasıdır. Şöyle ki; bazen sözün kendisinden haber verdiği vaka veya gerçeklik sözü söyleyen kişinin nefsani bir halidir. Diğer bir ifadeyle bazen bir şey söylerken aslında iç alemimizde neler olup bittiğinden haber veririz. Mesela “Ben şu anda çok üzgünüm.” dediğimde yaptığım şey tam olarak budur. Bu ifadeyle iç aleminde bulunan nefsani bir durum ve halimden haber vermiş olurum. İşte bu tur durumlarda söz ile sözün kendisinden haber verdiği nefsani durum arasında eğer bir uygunluk ve mutabakat varsa ben ahlaki açıdan doğru söylemiş olurum. Yine mesela; “Ben üzgünüm.” dediğimde eğer gerçekten üzgünsem bu durumda doğru söylemiş olurum. Yok aslında mutlu olduğum halde karşımdakini yanıltmak için üzgünüm dersem bu durumda da ahlaki açıdan yalan söylemiş olurum. İşte buna ahlaki doğruluk denmektedir.
Ancak bazen sözün kendisinden haber verdiği vaka veya gerçeklik nefsani bir hal değil, zihin dışında bulunan bir olgu, olay veya süreçtir. Yani bazen konuşurken amacımız iç dünyamızdan haber vermek değil dış alemde neler olup bittiğinden haber vermektir. Bu ikinci durumda söz ile vaka arasında bulunan uygunluk ve mutabakata epistemolojik doğruluk diyoruz. Dolayısıyla ahlaki doğruluk söz ile nefsani hal arasındaki mutabakata karşılık gelirken epistemolojik doğruluk ise söz ile dış alem arasındaki mutabakata karşılık gelmektedir.
Şimdi soru şu; ahlaki açıdan doğruluk sözün epistemolojik açıdan da doğru olduğu anlamına gelir mi?
Yine şöyle bir örnek üzerinde gidelim: Diyelim ki ben evin içinde oturuyorum, birden hava kararıyor ve şimşekler çakmaya başlıyor. Bu durumda birisi bana dışarda neler oluyor diye sorduğunda ben işte havanın kararması ve şimşeklerin çakmasından hareketle ona dışarda yağmur yağıyor diyorum. Ben gerçekten de şu anda dışarda yağmur yağdığına inanıyorum. Yani bu durumdaki subjektif inancım gerçekten de yağmurun yağdığı ama gelin görün ki arkadaşım dışarıya baktığımda yağmurun yağmadığını görüyor. Bu durumda arkadaşım beni yanılmakla itham edebilir; yani sözümün epistemolojik anlamda doğru olmadığını söyleyebilir ama beni yalan söylemekle itham edemez. Zira yalan ahlaki doğruluğa dairdir ve ahlaki doğruluk da söz ile söze kaynaklık eden nefsani hal veya inanç arasındaki mutabakattır. Dolayısıyla ahlaki doğruluktan epistemolojik doğruluk çıkarılamaz. Veya ahlaki doğruluk zorunlu olarak ardında epistemolojik doğruluk getirmez.
Durum bu olduğuna göre bir peygamberin yaşadığı manevi tecrübe sonucu gerçekten de neye inandığına dair yaptığı beyanlar onun sadece ahlaki açıdan doğru olduğunu gösterir. Ama bu ahlaki doğruluktan onun varlık alemine dair iddialarının da doğru olduğu sonucu çıkmaz. Veya zorunlu olarak çıkarılamaz. Zira ahlaki doğrulukta asıl olan beyan ile nefsani hal arasındaki mutabakat iken epistemolojik doğrulukta asıl olan beyan ile dış alem arasındaki mutabakattır.
Kısaca bir insan ahlaki açıdan ne kadar emin olursa olsun bu onun vaka alemine dair iddialarının da epistemolojik anlamda doğru olduğu anlamına gelmez. Bu iddiaların vakaya mutabık olup olmadığını görmek için kendisine uygun kıstaslar aracılığıyla delil yoluyla temellendirilmesi gerekir. Elbette peygamberlerin ahlaki kişiliği insanların onların söyledikleri şeyleri kabul etmelerine veya iman etmelerini kolaylaştırmaktadır ancak bu yine de bu iddiaların epistemolojik anlamda doğru olduğu anlamına gelmez. Zira bir insan ahlaki açıdan doğru söylese bile epistemolojik anlamda yanılıyor olabilir!