Harici imkân ve tahakkukundan bağımsız olarak “Müslümanca Düşünmek” kavramı ne anlama gelmektedir? Analitik bir yöntemle ele alındığında “Müslümanca Düşünmek” sırf bir kavram olarak kaç farklı anlama gelebilir? Diğer bir ifadeyle, olgu, olay ve süreçler hakkında Müslümanca düşünülmesi gerektiğini savunan veya iddia eden birisi bununla ne demek istiyor olabilir? Kısaca analitik bir yöntemle ele alındığında “Müslümanca Düşünmek” kavramı kaç farklı anlamda kullanılabilir?
Böyle bir kavram kullanan birisi ilk olarak İslam açısından üç durumu birbirinden ayırmış demektir. Diğer bir ifadeyle, bu kişi “Müslümanca İnanmak”, “Müslümanca yaşamak” ve “Müslümanca Düşünmenin” birbirinden farklı olduğunu düşünmektedir. Böyle bir ayrım tabi ki bunlar arasında karşılıklı bir ilişki olmadığı anlamına gelmez. Hatta bunlar dış alem açısından tek bir misdaka bile sahip olabilirler ancak yine de kavram düzeyinde birbirinden farklıdırlar. Zira her birisinden anlaşılan diğerinden anlaşılandan farklıdır. Bu kişi birkaç sebepten dolayı Müslümanca inanma, Müslümanca yaşama ve Müslümanca düşünmeyi birbirinden ayırmış olabilir. İlk olarak bunlar arasında zorunlu bir ilişki olmadığını düşünmüş olabilir. Bu durumda bir insanın Müslümanca inandığı halde Müslümanca yaşamaması ve Müslümanca düşünmemesi mümkündür ya da Müslümanca inanır ve Müslümanca yaşar ancak Müslümanca düşünmez veya hem Müslümanca inanır hem Müslümanca yaşar ancak Müslümanca düşünmez. Bu üç farklı durum da tasavvur edilebileceğinden Müslümanca olmanın bu üç durumu birbirinden ayırt edilmiş olabilir.
İkinci olarak ise Müslümanca Düşünülmesi gerektiğini savunan bir kişi Müslümanca inanmak ile Müslümanca yaşamak kavramlarının anlam açısından açık olduğunu dolayısıyla da bu ikisi açısından tartışma konusu yapılacak bir şeyin bulunmadığını düşünmüş olabilir. Çünkü gerçekten de misdak açısından değilse de kavram düzeyinde Müslümanca inanmak ile Müslümanca yaşamaktan ne kast edildiği çok açıktır. Buna göre İslam Dininin temel inançlarını kabul eden kişiye Müslümanca inanan ve İslam’ın fıkhi, ahlaki, hukuki ve ibadi hükümlerine yaşamında riayet etmeye çalışan kişiye de Müslümanca yaşayan kişi denir. Dolayısıyla Müslümanca inanma ile Müslümanca yaşamak tamlamaları kavram düzeyinde oldukça açıktırlar ve bu yüzden de ortada tartışma konusu yapacak bir şey yoktur. Ancak Müslümanca düşünmek böyle olmadığından onun ne anlama geldiğinin ve kaç farklı anlamda kullanılabileceğinin ortaya konması gerekir. İşte bu yüzden Müslümanca düşünmek iddiasını ortaya atan kişi bununla diğer ikisini birbirinden ayırmış olabilir. Dolayısıyla “Müslümanca Düşünmek” kavramının analitik bir analizde bize ilk söylediği şey; Müslümanca inanma ve Müslümanca yaşama ile Müslümanca Düşünmek arasında fark olduğu ve bunların zorunlu olarak birbirlerini gerektirmediğidir. Bu fark öncelikle kavramsal düzeyde çok açıktır zira bunlardan anlaşılan şeyler birbirinden farklıdır. Diğer bir ifadeyle her birisine verilecek cevap diğerine verilecek cevaptan faklıdır. Misdak açısından ise bunların tek bir kişide aynı anda tahakkuk edip etmediğinin araştırılması gerekir ki bu da artık analitik ya da akli değil tecrübi bir araştırma gerektirir.
“Müslümanca Düşünmek” tamlaması, “Müslümanca’nın” neyin kaydı olarak kullanıldığına bağlı olarak iki farklı anlamda kullanılıyor olabilir. Buna göre bu tamlama ya isim tamlaması ya da sıfat tamlaması olacaktır. Şöyle ki; “Müslümanca Düşünmek” kavramını kullanan birisi bununla Müslümanların düşünce üretmesi gerektiğine dair bir temennide bulunuyor olabilir. Bu durumda “Müslümanca Düşünmek” kavramı, mevcut durumun Müslümanlar açısından matlup olmadığını ve bunun sebebinin de Müslümanların adı düşünmek/tefekkür olan görevlerini layıkıyla yerine getirmediklerinden kaynaklandığını dolayısıyla da mevcut olan namatlup durumun matlup olan mevcut duruma dönüşebilmesi için ne yapmaları gerektiğine dair bir öneride bulunuyor demektir. Eğer “Müslümanca Düşünmekten” kast edilen buysa, iddia sahibi 1. tamlamada yer alan “Müslümanca’yı” esasında düşüncenin kendisine değil düşünceyi üreten insanların bir sıfatı olarak kullanıyor demektir. Bu da “Müslümanca Düşünmek” kavramını bir isim tamlaması olarak kullanıyor demektir. 2. Bu durumda iddia sahibi düşüncenin içerik ve nitelik açısından nasıl olması gerektiğine dair herhangi bir öneri ya da talepte bulunmuyor demektir. Bu da iddia sahibinin bir olgu olarak düşüncenin objektif ve nesnel olduğunu kabul ettiği anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle, “Müslümanca Düşünmek” kavramı bir isim tamlaması olarak kullanıldığında düşünceyi birbirinden ayıran şey düşüncenin içeriğini oluşturan herhangi bir unsur değil, düşünceyi üreten insanların dini, etnik, kültürel, sosyal ve siyasi aidiyetleridir. Bu durumda düşünce onun üretenler cihetiyle kayıt almakta ve buna göre isimlendirilmektedir. Bu da düşünce olarak düşüncenin var olduğu ve içeriği açısından herhangi bir sıfat alamayacağı yani objektif ve nesnel olduğu anlamına gelir.
“Müslümanca Düşünmek” kavramının bu anlamına göre Müslümanlar tarafından üretilen felsefi, tecrübi, akli ve nakli bütün ilimler üretilen düşüncenin içeriğinden bağımsız olarak “İslam Düşüncesi” olarak adlandırılacaktır. Doğal olarak bu anlamda bir Yunan Düşüncesinden, Hint Düşüncesinden, Alman Düşüncesinden, İran Düşüncesinden ve Türk Düşüncesinden de bahsedilebilir. Çünkü bütün bu adlandırmalar düşünceyi üretenlerin sahip olduğu dini, etnik ve kültürel aidiyetler göz önünde bulundurularak yapılmaktadır.
Yine “Müslümanca Düşünmek” kavramının bu anlamına göre Müslümanlar tarafından üretilecek düşünce ile Müslüman olmayanlar tarafından üretilecek düşünce arasında zorunlu olarak hiçbir fark bulunmayacaktır. Tek fark düşünceyi üretenlerin sahip olduğu sıfat ve kimliklerdedir. Buna göre x düşüncesi bir Müslüman tarafından üretirse İslami sıfatını alacak ve aynı x düşüncesi bir Hıristiyan ya da Hindu tarafından üretilirse bu sefer de Hıristiyan veya Hindu düşüncesi adını alacaktır. Eğer birisi “Müslümanca Düşünmek” kavramını bu anlamda kullandığını söylerse bu bir tercih meselesidir ve lafız üzerinde kavga olmayacağından ortada tartışılacak ya da itiraz edilecek bir mesele de yok demektir. Bu anlamıyla “Müslümanca Düşünmenin” hem mümkün hem de tarihte tahakkuk eden bir olgu olduğunda herhangi bir şüphe yoktur. Ancak burada özellikle akli ilimler açısından bir özgünlük tartışması açılabilir ve açılmıştır da! Yani bu anlamıyla İslam Düşüncesinin geçmişte ve daha az olmak şartıyla günümüzde üretildiği tartışma dışı bir konudur ancak üretilmiş ve üretilen bu düşüncenin özgün olup olmadığı tartışmaya açıktır ve bu mesele hem geçmişte hem de günümüzde ciddi tartışmalara sebep olmaktadır. Ancak kavram analizinden ziyade misdak analizine girdiğinden biz bu konuyu burada ele almıyoruz. İşte bu analitik bir yöntemle ele alındığında “Müslümanca Düşünmek” kavramının bize söylediği ilk şeydir. Bu da kavramın isim tamlaması olarak kullanılması ve bunun sonucunda kazandığı bu anlamdır. Ancak “Müslümanca Düşünmek” kavramı sıfat tamlaması olarak da kullanılabilir. Bu durumda “Müslümanca” kaydı, düşünceyi üretenlerin değil bizzat düşüncenin kendisinin sıfatı olarak kullanılmış olur. İşte bir sıfat tamlaması olarak kullanıldığında “Müslümanca Düşünmek” kavramının ne anlama gelebileceğini ayrıntılı olarak ortaya koymak gerekir. Bu da ikinci yazının konusu olacaktır.
Abuzer DİŞKAYA
[1] Bilindiği gibi İslam Düşüncesi akli ilimler ile nakli ilimlerden oluşmaktadır. Bu analiz sadece akli ilimler için geçerlidir. Zira nakli ilimlerin İslamiliği konusunda herhangi bir şüphe veya belirsizlik bulunmamaktadır!
Yazıda: “Bu da (yani Müslümanca Düşünmeyi, isim tamlaması olarak kullanan) iddia sahibinin bir olgu olarak düşüncenin objektif ve nesnel olduğunu kabul ettiği anlamına gelir” denilmiş.
Halbuki “Müslümanca Düşünmeyi” isim tamlaması olarak kullanan kişinin; bunu “bir olgu olarak düşüncenin objektif ve nesnel olduğunu” kabul ettiği anlamına gelmesi zorunlu değil.
Yani: “İsim tamlaması olarak Müslümanca Düşünmek”; şu anlama da gelebilir: Müslümana lâzım gelen aksiyomlara bağlı kalmayıp; herhangi bir dinî veya felsefî inanç / görüşün subjektif zemininden de bakabilip, düşünce üretmek.
Elhasıl: “Düşüncenin nesnel ve objektif olabilmesi”, ontolojik olarak mümkün olabilen birşey olmayıp; “düşünce”, daima, yola çıktığı öncül ve önaksiyon ve önkabüllere bağlı ve bağımlıdır.
s.a
öncelikle yazı üzerinde tefekkür edip düşündüğünüz için teşekkürler. Yorumunuza gelince.
malum bu yazı iki bölümden oluşuyor. tam bir değerlendirme için ikisinin birlikte göz önünde bulundurulması gerekiyor. saniyen başlıktanda anlaşıldığı gibi bu bir kavram analizi. yani müslümanca düşünmek harici imkan ve tahakkukundan ari olarak salt bir kavram olarak ele alınmış. Bu da bu kavramın muhtemel bütün akli suretlerini tespit etmek anlamına geliyor. üçüncü olarak söylediğiniz kişi eğer müslümanca düşündüğünü iddia ettiği halde islami olmayan aksiyomlarla düşünüyorsa zaten düşüncenin subjektif olduğunu kabul ediyordur. ama sadece islami düşünmüyordur. bu da yazının ikinci kısmında tartışılan seçeneğe giriyor. son olarak objektif düşünce diyelimki aslında mümkün değil. yani öyle olmadıklarını iddia etseler bile bütün düşünceler nihayetinde subjektir… harici doğruluk ve yanlışlığı bir yana durum böyle dahi olsa akli bir seçenek olarak düşüncenin objektifliği orda olduğu gibi duruyor. bir de bütün bir klasik düşünce objektif olduğunu dolayısıyla da varlık alemi hakkında tek doğru düşünme şekli olduğunu yaklaşık iki bin yıl iddia etti. modern dönemde de pozitivistlerin böyle bir kabulu var bildiğiniz gibi. kısaca söylemek istediğim itirazınız biraz müslümanca düşünmenin kavramsal analizi ile harici imkan ve tahakkukunun birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor gibi geldi bana. dua ile. Abuzer Dişkaya.
Â.S.
Yazdıklarınızı doğru anlayıp, bunun üzerinden doğru bir yorum yapabilmem için; galiba, gelecek üçüncü Yazınızı beklemem daha doğru olacak.
Fakat yazdığınız yoruma, şunu söyleyebilirim:
“İtirazınız biraz, Müslümanca düşünmenin kavramsal analizi ile harici imkan ve tahakkukunun birbirine karıştırılmasından kaynaklanıyor gibi geldi bana” demişsiniz.
Tamam, doğru dediniz: “Objektif düşünme”nin; pratikte, imkân ve tahakkukunun mümkün olup-olmadığı ayrı mesele, doğru.
Fakat zaten “objektif düşünme”; kavramsal açıdan, yani teorikte ve ontolojik açıdan mümkün değil ki, pratikte uygulanabilir olsun!
Zaten, kavramsal açıdan ve teorikte “objektif düşünmek” mümkün olsaydı; o zaman pratikte bunun imkânını ve bu imkânın tahakkuk edip-etmediğini tartışabilirdik.
Bilmiyorum, belki yöntem olarak; “düşünce”yi, ‘kendisi’ itibariyle değil de, ‘konusu’ itibariyle ele almak ve sınıflandırmak gerekiyor.
Çünkü: Varlık ve fâaliyetlerin; ‘konusu’ itibariyle, objektivite ve objektif düşünmeye izin vermediği alanlar var.
Meselâ: “Varlık – yokluk” gibi kavramların, ortası veya bunlara dışarıdan tarafsız bakılacak, eşit mesafeli üçüncü bir gözlem noktası, “ontolojik” olarak yok.
“Ontolojik” olarak mümkün olmayan birşeyin de, teorik ve kavramsal ve epistemolojik açıdan, mümkün olabilirliği ve bunun imkânından bahsetmek, bana anlamlı gelmiyor.
Çünkü: Ontolojik olarak mümkün değil ki, epistemolojik olarak mümkün olsun!
Yukarıda örnek verdiğim “var-yok”un ‘objektif ortası’ ve ‘objektif üçüncü ihtimâl dış / tarafsız gözlem noktası’ konusunu, biraz somutlaştırırsam.
Meselâ: “Tanrı var – yok” önermesinin, “objektif” açıdan düşünme ve araştırma ve incelenmesi mümkün değil.
Yani bu “var-yok” şıkkı dışında, üçüncü bir tarafsız ve objektif şık yok ki; ‘düşünce’, bu tarafsız noktaya çıkıp, oradan, bu 2 şıkkı, ‘objektif’ olarak değerlendirsin!
Burada, “objektif düşünce”nin teorik ve pratik tahakkuk şartları oluşmadığı için; bu 2 şıktan birini, başlangıçta a priori doğru kabul edip; bu a priori subjektif tercihimizden başlayarak düşünmeye ve aposteriori, araştırma ve delil bulmaya başlarız.
Kavramsal ve teorikte “objektif düşünme”nin, ontolojik olarak (ve hâliyle, epistemelojik olarak) mümkün olmadığı konusunda verdiğim, bu “var-yok” örnekleri çoğaltılabilir.
Elhasıl: Yöntem olarak; “düşünce”yi, ‘kendisi’ itibariyle değil de, ‘konusu’ itibariyle ele almak ve sınıflandırmak, daha mı doğru, emin değilim. Bu sebepten, üçüncü yazınızı beklemek gerekecek galiba.